Sayın basın mensupları Sayın İl Başkanım, Partilerimizin değerli yöneticileri, Değerli misafirler Yeni ilçe binamızdaki ilk basın toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Değerli arkadaşlar;
19 Mayıs, Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı bir kez daha kutluyorum.
Milli Mücadele’de, tüm olumsuz şartlara rağmen;
tüm şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
Bu anlamlı günün gençlere armağan edilmesinin; şüphesiz ki çok büyük anlamları var.
Biz biliyoruz ki her genç bu vatanın;
Bizler; bugün de gençlerimizi öyle görüyor ve politikalarımızı ona göre inşa ediyoruz.
Fakat tüm yaşananlar gösteriyor ki, iktidarın politikaları böyle değil.
ne yazık ki adaletin terazisinde hüsrana uğruyor.
5 dakikalık bir mülakatla hakları gasp ediliyor.
Şunu açıkça ifade ediyorum:
Hiç kimse suçu gençlerimize yüklemesin.
Hiç kimse beceriksizliğinin, öngörüsüzlüğünün cezasını gençlerimize kesmesin. Bizim gençlerimizin hepsi pırıl pırıl.
Bizim gençlerimiz;
Gelin; bir gencin gözünden rakamlara ve gerçeklere bakalım:
Gençlerimiz bütün bunlara muhatap kalınca, haliyle umudu dışarda arıyor.
Bugün “Kapıkulenin ötesine geçmeyi” planlamak zorunda. Gençler artık yoruldu çünkü.
Helal kazançla yaşamanın zorlaştığı günümüz Türkiye’sinde;
Umut; kumarla, sanal bahisle, borsayla, coin piyasasıyla yakalanmaya çalışılıyor! Sonra da boşanmalar, cinnetler, cinayetler ve intiharlar…
Peki tüm bunlara karşı Gençler ne yapıyor? İşte cevabı:
Son açıklanan verilere göre Türkiye’de tam beş milyon “ev genci” var. Ne eğitimdeler ne de istihdamda yer alabiliyorlar.
Değerli arkadaşlar, -bakınız- bu pasif direniştir.
İktidara, politikalarına ve çaldığı umuda karşı gittikçe büyüyen sessiz bir çığlıktır.
Bugün aramızda bir misafirimiz var.
O sizlere bir ev genci olarak, ev gençleri adına seslenecek.
Buyur Selam kardeşim. Söz senin!
Selam Kardeşime teşekkür ediyorum.
Selam kardeşimizin şahsında 5 milyon ev gencine sesleniyorum:
Biz sizi unutmayacağız, gençlerimizin her platformda haklarını savunmaya ve onlar için çalışmaya devam edeceğiz.
Değerli Arkadaşlar,
Şunu özellikle ifade etmek istiyorum. Milli Görüş her şeyden önce;
Buradan bir kez daha söz veriyorum.
Zira umut gençlerimizin yaşadığı acıları, sadece uzatmaya yarıyor!
İşimizin kolay olmadığını biliyoruz!
Bakınız, geçen hafta yayınlanan ürkütücü bir rakamı paylaşmak istiyorum; Türkiye’de kişi başına kredi borcu 100 bin TL’yi aşmış durumda.
Şu an 42 milyon vatandaşımız kredi borçlusu.
Türkiye’de son 10 yılda;
İşte bu rakamlar iflasın ilanıdır.
Malumunuz önümüz Kurban Bayramı. Size enflasyonun, maaşları ve hayatımızı nasıl erittiğini, bu sefer emeklilerimiz üzerinden anlatacağım.
2018 yılında başlatılan bayram ikramiyesi uygulamasıyla emekliye 1.000 TL ödeme yapıldı. Tebrik ediyoruz. Burada bir sıkıntı yok.
Aynı yıl kurban bağış bedelleri:
Türkiye Diyanet Vakfı: 850 TL Türk Kızılayı: 850 TL
Mehmetçik Vakfı: 950 TL idi.
Emekli, o yıl aldığı ikramiyeyle bağış yapabildi, hatta cebinde parası bile kaldı.
Aradan 7 yıl geçti.
2025 yılına geldiğimizde bayram ikramiyesi 1.000 TL’den 4.000 TL’ye yükseldi.
Kurban bedelleri; Türkiye Diyanet Vakfı’nda 850 TL’den 13.500 TL’ye Türk Kızılay’ında 850 TL’den 13.250 TL’ye
Mehmetçik Vakfı’nda 950 TL’den 14.500 TL’ye yükseldi.
7 yılda;
4 kat artan emekli ikramiyesine karşılık, Tam 15 kat artan kurban bedeliyle emekli adeta sistem dışına itildi.
Bayram ikramiyesi 7 yılda; %400 arttı, Kurban bağış bedeli %1.400 arttı.
İşte
Değerli arkadaşlar, Diyeceksiniz ki “yahu başkan hiç mi iyi haber yok?”
Millet bize iyi şeyler anlattığında onu da bu kürsüden söyleriz, saklamayız görmezden gelmeyiz. Biz milletin sesiyiz.
Milletimiz bize ne anlatıyorsa onu burada dile getirmekle mükellefiz.
İşte ev genci Selam kardeşimin sesini, Emekli Mehmet amcanın derdini, Kirada oturan Ayşe ablamızın talebini buraya getiriyoruz.
Bir ses daha var o da duyulmayı bekliyor.
Hafta sonu ülkemizin tarımda ve turizmde göz bebeği olan iki şehrimiz; Şanlıurfa ve Muğla’daydım.
Özellikle esnaflarımızı, çiftçilerimizi dinledim. Bize görev verdiler, Başkanım git bizim derdimizi Ankara’da anlat dediler.
Onları buraya da davet ettik. İnşallah gelecekler.
Çiftçimizin hali ne yazık ki perişan.
Zirai don, kuraklık, sel ve dolu afetlerini yaşayan çiftçimiz artık önünü göremez vaziyette.
Şanlıurfa’da bir çiftçimiz diyor ki; “elektrikle sulamanın saatlik bedeli en düşük 1300 TL. Geçen yıl ürünü sattık, sonra üstüne faizle kredi çekip elektrik borcunu kapattık” diyor.
Sadece elektrik mi? Tohum, ilaç, gübre, mazot ve işçi ücretleri git gide artarken çiftçi tarlayı sürdüğüne pişman oluyor.
İşte geçen hafta gördünüz Hatay’da, Antep’te, Adana’da soğanlar tarlada bırakıldı.
Tarım cenneti olan Şanlıurfa’da son 65 yılın, Ege bölgesinde son 18 yılın en kurak dönemi yaşanıyor.
İktidar; bunlar için önlem almayı, destek vermeyi düşünmesi gerekirken dışarıdan tarım ürünleri ithal etmenin yollarını arıyor.
Yoksa Brezilya’nın, Ukrayna’nın, Bulgaristan’ın, Fransa’nın çiftçileri için mi?
Şu medya patronlarını ihya etme merkezine dönen Ziraat Bankası ne zaman çiftçiye yüzünü dönecek?
Ben buradan çağrımızı bir kez daha yineliyorum:
Ziraat Bankası acil olarak faizsiz kredi vermeli ve mevcut borçların faizlerini silerek borçlar
yeniden yapılandırılmalıdır.
Arkadaşlar,
Çiftçinin hali bu; tarlasını ekemiyor,
Esnafın hali bu; kepengini siftahsız kapatıyor,
Emeklinin, asgari ücretlerinin durumu zaten hepimizin malumu
Peki iktidar ne diyor?
“Efendim kişi başı milli gelir 16 bin dolara çıktı.”
Cumhurbaşkanımıza göre, 2025 yılı hedefi de 17 bin dolar.
Gelin basit bir hesap yapalım.
Bu rakama göre, 4 kişilik bir ailenin evine 64 bin dolar girmesi gerekiyor. Bugünün kuruyla yaklaşık 2,5 milyon lira demek.
Bu her ay, 4 kişilik bir eve 200 bin lira girmesi demek.
Elinizi vicdanınıza koyun!
Doğrusu ben; Trakyadaki , Şanlıurfa’daki çiftçide de, Muğla’daki çiftçide de böyle bir refah bulunmamaktadır.
O yüzden diyorum ki bu büyüme adil değil!
Bu ülkenin kaynakları, alın teriyle yaşayan milyonlara değil;
kur korumalı sistemlerle zenginleşen bir avuç azınlığa aktarılıyor.
Simit bile yiyemeyen milyonların hakkı, ıstakoz yiyen bir avuç azınlığa aktarılıyor.
Değerli Arkadaşlar, Ülkemizin bir başka önemli gündemi, “yeni çözüm süreci”.
Biz Saadet Partisi olarak, bu süreçte
Şunu özellikle ifade etmek istiyorum:
Milli Görüş hareketi olarak 56 yıldır, bu konunun çözümü için çalışıyoruz.
“Terörsüz Bir Türkiye” diye ifade ediliyor. Biz “Yaşanabilir Bir Türkiye” diyoruz.
Bundan kastımız; bu topraklarda
Şu konuda memnuniyetimizi ifade etmek istiyorum: Biz en başından beri sürecin,
kapalı kapılar ardında değil Türkiye Büyük Millet Meclisinde yürütülmesini vurguladık.
Gelinen noktada, bu konuda bir mutabakatın sağlanmış olması sevindiricidir.
Meclise getirilecek olan, 10. Yargı Paketi;
Bu sürecin akıbetini belirleyecektir.
Şimdiden uyarıyoruz. Kaş yaparken göz çıkarmayın!
eli kalem tutanları, eli pankart tutanları içerde tutarsanız bunun toplumsal vicdanda karşılığı olmaz.
Değerli arkadaşlar, Geçmişte yaşanan acı tecrübeler ortadadır.
Milletimizin bir kez daha hayal kırıklığına uğramasına izin verilmemelidir.
Saadet Partisi olarak biz;
Ancak unutulmasın ki!
Değerli Arkadaşlar, Siyasetin görevi; bu ülkenin yaşanabilirliğine ve insanımızın geleceğine dair kaygıları ortadan kaldırmak ve umudu çoğaltmaktır.
Bize düşen hak ve adalet temelli bir yol yürümektir.
Çözümün ve birlikteliğin sigortası budur.
Ahlak, kendimiz için ne istiyorsak başkaları için de aynısı isteyebilmektir.
Tekraren ifade ediyorum: Türkiye’nin normalleşmesi ve demokratikleşmesi Sadece “Terörsüz Bir Türkiye” kavramına hapsedilemez.
İhtiyacımız olan;
İktidarın; ABD, İsrail ve küresel sermaye ile devam etmekte olan ilişkileri de bizi kaygılandırıyor.
Yine de- biz; İktidarın, dünyada ve bölgede yaşanan gelişmeleri görerek, yeni bir planda figüran olmayı değil,
yeni bir yol haritası çizmeyi denediğine inanmayı isteriz.
Mesela geçtiğimiz hafta İstanbul’da düzenlenmesi beklenen bir zirve vardı.
Trump gelecekti, Putin gelecekti, Zelenski gelecekti.
Hatta öyle ki “Yeni Dünya” İstanbul’da kurulacaktı.
Fakat zirve Özdemir Asaf’ın meşhur şiirine döndü: “Geleceğim bekle dedi, ben beklemedim, o da gelmedi.”.
Bizler Türkiye’nin Rusya ile Ukrayna arasındaki bu arabulucu rolünü önemsiyor ve
destekliyoruz.
Fakat bu arada dikkatlerinizi çekmek istediğim bir konu var:
İstanbul’da kurulacağı söylenen yeni düzende;
Hiç kimse kusura bakmasın, buna “yeni düzen” denmez. Biz de böyle bir düzenin figüranı olmayız!
İktidarı uyarıyoruz;
Tarihin en büyük soykırım ve sürgünlerinden birini yaşayan, Kırımlı kardeşlerimize sahip çıkmak, tarihimize, medeniyetimize ve ecdadımıza karşı bir sorumluluktur.
Bu vesileyle 18 Mayıs’ta yıl dönümünü yaşadığımız Kırım Tatar Sürgünü ’nünde hayatını kaybeden, vatanlarından koparılan tüm mazlum kardeşlerimizi rahmetle anıyorum.
Sözde Yeni Dünya’nın en fiyakalı enstrümanlarından biri de “Dostum Trump” söylemidir.
Siz; “Küresel güç Türkiye” hedefinden, Trump’ın iki dudağı arasından çıkan kelimelere odaklanan Türkiye’ye hangi ara geldiniz?
Trump’ın Körfez ülkelerine yaptığı ziyaretler bizim medyamızda da geniş yer buldu. Körfez ülkeleri bu bölgenin halklarının alın terini, emeğini, saçının telini hiçbir masada, pazarlık malzemesi yapmayacağımız kadınlarımızı alet ettikleri törenlerle altın tepside Trump’ın emrine verdiler.
gelemeyen Trump’ın arkasından avunmak ise bize düştü.
Trump’a bölgede dostluk yapmak isteyen çok lider, çok ülke var.
Fakat mazlum Gazzelilerin haklarını olması gerektiği gibi savunan, o paraları verirken Gazze’de ateşkesi şart koşabilecek cesarette neredeyse hiçbir lider yok.
Değerli Kardeşlerim,
Gazze’de insanlık suçu hala işleniyor.
Kadınların, çocukların, yaşlıların, hastaların göz göre göre katledildiği bir vahşet hala yaşanıyor. Her geçen gün bombaların şiddeti artarken, ne yazık ki sessizliğin dozu da artıyor.
Bunu bizzat Siyonist bir yetkili şöyle itiraf ediyor:
“Bu gece Gazze’de 100 kişiyi öldürdük ama kimsenin umurunda değil. Çünkü herkes bir gecede 100 Gazzelinin öldürülebileceği gerçeğine alışmış durumda.”
Biz alışmayacağız!
Ne bu vahşete, ne bu sessizliğe, ne de bu ikiyüzlü düzene asla alışmayacağız.
İşte bu irade ve inançla, sözde değil, özde bir tavır ortaya koymak için mücadele ediyoruz.
Bir süredir, bu katliama karşı sadece kınamakla kalmayan,
gerçekten bir duruşu temsil eden somut adımların atılması için yoğun bir çaba sarf ediyoruz.
Bu çerçevede dün Meclis Genel Kurulu’nda bir önerge verdik.
Meclisin gündemi, her gün onlarca çocuğun, kadının, masumun katledildiği Gazze olsun istedik. Türkiye Büyük Millet Meclisi, diğer parlamentolara örnek olsun istedik.
Ancak,
Galata’da miting, hamburgercide protesto gösterileri yapan Konuşmaya gelince, mangalda kül bırakmayan, iktidar;
Haydi Mecliste somut bir adım atalım deyince, bu önergemizi reddetti.
Kurumsal çağrılarımız yanıtsız kaldı,
bireysel girişimlerimiz sonuçsuz bırakıldı.
Meclis’te Gazze’yi bugün konuşmayacaksak ne zaman konuşacağız? Meclis’te Gazze bugün gündemimiz olmayacaksa ne zaman olacak?
Buradan bir kez daha sesleniyoruz:
Gelin; zulme karşı durmakta gecikmeyin.
Gelin; bölgenin huzurunu eline kan bulaşmışlara emanet etmeyin. Yoksa yarın geç olabilir – hem sizin için hem insanlık için
Değerli Arkadaşlar, sözlerimi toparlıyorum. Geçtiğimiz 21 Mayıs.
Çerkez Sürgünü ve Soykırımının 161. Yıldönümüydü.
Tarihin tanıklığıyla sabittir ki: Bu sürgün, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biridir.
Bir halkın yurdundan koparılması, diliyle, kimliğiyle, umuduyla birlikte yok edilmeye çalışılmasıdır.
Kafkasya Bölgesinin yerli halkı olan Çerkezler Çarlık Rusya’sının topraklarını işgal girişimlerine karşı 300 yıla yakın bir direniş sergilediler.
21 Mayıs 1864 tarihinde Çerkezlerin direnişi kırıldı ve Çarlık Rusya’sı direnişçilerin tamamını katletti.
Sonraki yıllar bu katliam Zorunlu Sürgünle devam etti. Tarihi kayıtlara göre 2 milyona yakın Çerkes nüfus, anayurtları olan Kuzey Kafkasya’dan zorunlu sürgüne tabi tutuldu.
Zorunlu Sürgüne tabi tutulan Çerkezler ilkel deniz araçlarıyla Osmanlı toprakları olan Samsun ve Trabzon’a ulaşmaya çalışırken on binlercesi Karadeniz’de boğularak hayatlarını kaybettiler. Samsun ve Trabzon’a ulaşabilenlerin ise binlercesi salgın hastalıklardan dolayı hayatlarını kaybettiler.
Çerkeslerin yaşadığı Katliam ve Sürgün modern Avrupa tarihinde yaşanan ilk etnik temizlik utancıdır.
Bu trajedinin yıl dönümünde, hayatını kaybedenlere rahmet diliyor, tüm Çerkes kardeşlerimin acılarını paylaşıyorum.
Değerli Arkadaşlar, Bosnalının da, Kırımlının da Çerkes’in de Boşnak’ın da Gazze’deki mazlumun da Doğu Türkistan’daki yetimin de sığınağı
tarih boyunca bu topraklar olmuştur.
Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, kaybetme lüksümüz yok. Hatırlayın, 1989 yılında Bulgaristanlı kardeşlerimiz zulme uğradılar, Anadolu’ya koştular. Türkiye’ye sığındılar.
1995 yılında Bosnalı kardeşlerimiz zulme uğradılar, Anadolu’ya koştular. Türkiye’ye sığındılar.
2000 yılında Iraklı kardeşlerimiz zulme uğradılar, Anadolu’ya koştular. Türkiye’ye sığındılar.
Hatta 1492 yılında Kral Ferdinand’ın zulmüne uğrayan İspanya Yahudileri bile Anadolu’ya koştular. Türkiye’ye sığındılar.
Libyalı, Yemenli, Iraklı, Suriyeli kardeşlerimiz yine Anadolu’ya koştular.
Bunu niçin söylüyorum?
Hepimizin bu coğrafyanın öneminin farkında olması lazım.
Hepimiz bu toprakların ve bu tarihin bize yüklediği sorumlulukla hareket etmeliyiz.
Çünkü:
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerimi bitiriyor, ilçemizde ilk defa yaptığımız bu etkinlik, sizleri tanıma ve kendimizi tanıtma fırsatı doğurmuştur.
Bundan sonraki süreçte ilçemizi sorunları hakkında sizlerle iletişim halinde olarak sorunların çözümüne katkıda bulanmayı umuyoruz.
Hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
ERGENE
13 Haziran 2025MANŞET
13 Haziran 2025MANŞET
13 Haziran 2025GÜNDEM
13 Haziran 2025ERGENE
13 Haziran 2025ERGENE
13 Haziran 2025SON DAKİKA
13 Haziran 2025
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.