• HABERLER
  • SERVİS 1
  • SERVİS 3
  • FİNANSİF
  • İNTERAKTİF
  • HESAP
  • DİĞER
“BU TERAZİ YÜKSEK FAİZ-KONTROLLÜ KUR POLİTİKASINI BİR YERE KADAR TAŞIR”

“BU TERAZİ YÜKSEK FAİZ-KONTROLLÜ KUR POLİTİKASINI BİR YERE KADAR TAŞIR”

ABONE OL
7 Kasım 2025 20:39
“BU TERAZİ YÜKSEK FAİZ-KONTROLLÜ KUR POLİTİKASINI BİR YERE KADAR TAŞIR”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

CHP’li Öztrak, ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadeleden sadece faiz lobileriyle sıcak para partileri vermeyi anladığını belirterek, “Yüksek faiz ve kontrollü kura vitesi takmışsınız. Araba bağırıyor, yolcular bağırıyor ama üst vitese bir türlü geçemiyorsunuz. Araba boğulup kaldı; şanzıman dağıldı. Bu terazi bu sıkleti ancak bir yere kadar taşır” dedi.

TBMM’ye getirilen borçlanma limitlerini artıran ve Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na borçlanma yetkisi veren düzenlemeleri eleştiren Öztrak, “Hazine’den başka kurumlara borçlanma yetkisini bir kere verdiğinizde, bu işin nerede duracağını bilemezsiniz. Kamuda borçlanma disiplinini bitirirsiniz. Türkiye, borç yönetimindeki çapaların koparılmasının faturasını geçmişte ağır şekilde ödemiştir. Soruyorum, aynı derede kaç kez yıkanacaksınız? Aynı hataları daha kaç kere yapacaksınız?” diye sordu.

Orta Vadeli Program’da her 100 liralık verginin 2024’te 17 lirasının, 2025’te 19 lirasının ve 2026’da yaklaşık 20 lirasının faize gideceğini, buna karşın vergi gelirlerinden ve kamu yatırımlarından eğitim ve sağlığa ayrılan payların düşeceğini belirten Öztrak, “Milletten aldığınız paranın önemli bir kısmını faiz lobilerine, yandaş müteahhitlere ayırıyorsunuz. (…) Buna karşın okullarda çocuklar açlıktan bayılıyor. En önemli stratejik varlığımız olan beşeri sermayemiz, telafisi mümkün olmayan şekilde eriyor. Bir nesli kaybediyoruz. İnsana yatırım yapmayan bir bütçenin, hiçbir rakamı kalkınmayı ifade etmez” değerlendirmesinde bulundu.

Öztrak, Türkiye’nin yıllar süren yıpranmaya rağmen dört başı mamur bir programı hazırlayıp uygulayacak kalitede teknik kadrolarının olduğunu, bu programı yönetecek, güven veren bir siyasi kadroya ihtiyaç bulunduğunu kaydederek, “Gömleğin doğru iliklenmesi gereken ilk düğmesi budur. Daha fazla vakit kaybetmeden, demokratik yollarla, ülkeyi düze çıkaracak kadroları göreve getirmek birinci öncelik olmalıdır” diye konuştu.

CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, bugün TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesi üzerinde CHP grubu adına yaptığı konuşmada şunları söyledi:

HER YERDEN İRİN AKIYOR

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın bütçesini, bir anlamda ekonomiyi görüşüyoruz. Ekonominin halini sorduğunuzda hükümet tek kelimeyle “iyi” diyor; vatandaş ise iki kelimeyle “iyi değil” diyor. Memlekette işçi, çiftçi, memur, esnaf perişan… Sanayici, tüccar, emekli, genç, yaşlı… kime dokunsanız bin ah işitiyorsunuz. Tek kişilik saray rejimi kurumları çürütüyor. Her yerden irin fışkırıyor. Bundan 9 yıl önce sayın bakanın “en parlak ekonomistlerden biri” dediği, 128 milyar dolarlık rezervin TCMB’nin arka kapısından buharlaştırılmasında da başrollerde olan Merkez Bankası Başkan Yardımcısı, ihale skandalı nedeniyle tutuklanıyor. Kara para aklama, piyasa manipülasyonu gibi suçlardan yargılanan AK Parti damadı eski rektör sahte belgelerle yurt dışına kaçıyor. Sahte resmi evrak düzenleyen, sahte diploma ve ehliyet ticareti yapan e-imza çeteleri ortalıkta cirit atıyor. Türkiye günlerdir bahis oynayan hakemleri, futbolcuları konuşuyor. Ucu Saray’a kadar uzanan vakıfların FETÖ benzeri karanlık yöntemlerle devlete sızdığı iddiaları ayyuka çıkıyor. Ana muhalefet partisine yargı sopası sallanıyor. Milletimizin seçtiği belediye başkanlarımız, uluslararası kabul görmüş normlara aykırı şekilde tutuklanıyor. İtibarsızlaştırılmak isteniyor, hizmet etmeleri engelleniyor.

ÜLKE CEHENNEM ÇUKURUNA DÖNÜŞTÜ

Rekabetçi bir seçimle işbaşına gelemeyeceğini anlayan tek adamın elinde ülke, adaletin yok sayıldığı bir “cehennem çukuruna” dönüşüyor. Yönetene güven dibe vuruyor. Dünyanın en yüksek dolar cinsinden faiziyle toplanan döviz rezervleri bir gecede eriyor. Hisse değerleri çöküyor. Bu istikrarsızlıkta birileri çok yüksek kazançlar elde ederken fatura millete çıkıyor.

YENİ OTORİTER REJİMLER BÖYLE ÇALIŞIYOR

Adaletin olmadığı yerde bereket olmuyor. Bereketin olmadığı yerde huzur bulunmuyor. Bu durumun baş müsebbibi 2018’de hayata geçen, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen ucube rejim. Dünyada benzerlerine “yeni otoriter rejim” denen bu sistem, başta yargı ve medya olmak üzere tüm kurumları iktidarını sürdürmenin bir aracı haline getiriyor. Denge ve denetim mekanizmalarını yok ediyor. Demokrasiyi, rekabetçi olmayan sandık seviyesine indirgiyor. Milleti bölerek, kutuplaştırarak oy devşirmeye çalışıyor. Tüm bunlar, siyasi, idari ve iktisadi alanda kurumsal çöküş riskini artıyor.

102 YILLIK CUMHURİYETİN EN AĞIR BÖLÜŞÜM KRİZİNİ GÖRDÜK

Bu tek kişilik otoriter rejimin başının kararıyla 6 yılda 6 Merkez Bankası Başkanı, 4 Hazine ve Maliye Bakanı adaya veda etti. 2018’den bu yana ekonomide kriz üstüne kriz yaşıyoruz. 102 yıllık cumhuriyetimizin en ağır, en yapışkan bölüşüm krizini Saray’ın kerameti kendinden menkul nas ekonomisinin sonucunda gördük. KKM gibi uygulamalarla çok büyük servet transferleri yaşandı. Pahalılık ayyuka çıktı. Mutfaklar yangın yerine döndü. Bu enkazı kaldırsın diye getirilenler de “dengelenme”, “dezenflasyon” diyerek yükü milletin sırtına yıktı. Faizler hızla artırıldı. Ama enflasyon bir türlü dizginlenemedi.

BEN YAPMADIM MİKİ YAPTI DİYEREK EKONOMİ YÖNETİLMEZ

Sayın bakan bunun sebebini dona, kuraklığa, jeo-stratejik gelişmelere, bir de mahçup bir ifadeyle “içerideki birtakım gelişmelere” bağlıyor. Sayın Bakan, “Ben yapmadım, Miki yaptı” diyerek ekonomi yönetilemez. Her olumsuzluğa bir bahane üreterek dertlerin üstesinden gelinemez. İşbaşına geldiniz, çifter çifter vergiler aldınız. Hayat pahalılığının altında ezilen asgari ücretliye “sana yılda tek zam yeter” dediniz. Emekliye sırt çevirdiniz. Hep vatandaştan sabır istediniz.

ÇALIŞAN ASGARİ ÜCRET TUZAĞINA HAPSEDİLDİ

Bugün açlık sınırına 100 lira dersek, asgari ücret 78 lira. Ülkede ücretli çalışanların neredeyse yarısı, bazı sektörlerde çalışanların da yüzde 70’i asgari ücret ve altında kazanıyor. Ülkede asgari ücret “norm ücret” haline geldi. Çalışanlar, emekçiler asgari ücret tuzağına hapsedildi.

DÜN ÇALIŞAN YOKSULLUĞUYLA, BUGÜN ÇALIŞAN AÇLIĞIYLA TANIŞTIRDINIZ

Milleti dün “çalışan yoksulluğu” ile tanıştıranlar, bugün “çalışan açlığı” ile tanıştırıyor. Emekliler de aç… Sendikaların verilerine göre 8,5 milyon emeklimiz de açlık sınırının altında yaşıyor. Ülkenin çalışanı aç, emeklisi aç… Çalışamayanı ise ölmüş, ağlayanı yok… Eylül ayı itibariyle iş bulma ümidini kaybettiği için iş aramaktan vazgeçenler, daha çok çalışmak istediği halde çalışamayanlar dahil edildiğinde 11,5 milyon işsiz var. Bu, dünya üzerinde 111 ülkenin nüfusundan fazla. En acısı da, ülkenin en önemli stratejik üstünlüğü olan gençlerimiz işsiz. Her 100 gençten 27’si ne çalışıyor ne de okuyor. 6,5 milyon evladımız, ev genci olmuş, anasının babasının eline bakıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı üyeleri arasında en yüksek ev genci oranına sahip ülkeyiz.

YÖNETİM DEĞİŞMEDİKÇE AĞZINIZLA KUŞ TUTSANIZ EKONOMİ DÜZELMEZ

“Hakkı hak edene vermemek zulümdür.” Yönetiminiz ne çalışana, ne emekliye, ne de gençlerimize hakkını verdi. Açlıkla, pahalılıkla, işsizlikle sınanan insanların halini ünlü sosyolog Galtung faili görünmeyen, kurumlar ve toplumsal yapılar aracılığıyla işleyen “yapısal şiddet” mekanizmasının kurbanları olarak tarif ediyor. Ülkemizdeki “yapısal şiddete” karşı, devlet yönetiminde radikal bir değişime, “yapısal reformlarla” desteklenen bir programa ihtiyaç var. Ancak bugün yaşadıklarımızın sorumlusu olanlar yönetimde kaldıkça, siz ağzınızla kuş tutsanız da ekonomi düzelmez. Çünkü sorunların sebebi olanlar, çözümün adresi olamaz. Bu nedenle enflasyon düşmüyor. Bu nedenle işsizlik zirve yapıyor, bu nedenle 2025’in ilk 10 ayında konkordato ilan eden şirket sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 72 artıyor, ödeme sistemini ve ticareti durma noktasına getirme riski taşıyor. Bu nedenle vatandaşlarımız bankalara borcunu ödeyemiyor. İlk 9 ayda bankaların takipteki alacakları geçen yıla göre yüzde 91 artıyor. Sadece gençler değil, firmalar da ülkeden kaçıyor. Özellikle tekstilde, otomotiv yan sanayiinde alarm zilleri çalıyor. Lojistikçiler ülkedeki fabrikaları Mısır’a, Fas’a taşıyor.

YARIN SABAH GÖREVDE OLACAĞINIZIN GARANTİSİ YOK

Bıçak kemiği deldi geçti. Kaybedecek tek bir saniye kalmadı. Ama ortada ne tek kişilik yönetim anlayışının değişeceğine dair bir emare, ne de mevcut ekonomi yönetiminin yarın sabah görevde kalıp bu bütçe dönemini tamamlayacağının garantisi var. Güven artıracak çapalar da birer birer yok ediliyor.

HAZİNE VE MALİYE UCUBE REJİMLE BİRLEŞTİ

Hazine ve Maliye Bakanlığı tek kişilik rejimin resmen hayata geçtiği 2018 yılında kuruldu. Daha önce borçlanmadan sorumlu “Hazine Müsteşarlığı” ile maliye politikasından sorumlu “Maliye Bakanlığı” ayrıydı. Borçlanan kurum ile parayı harcayan kurumun aynı çatı altında birleştirilmesi, borçlanma ve harcama disiplini açısından ciddi bir kırılganlığa neden oldu. Kamu finansmanında önemli bir çapa yok edildi.

AÇIKTAN FAZLA BORÇLANMANIZIN SEBEBİ NE?

Yine 2025 bütçesinde yılın tamamı için öngörülen borçlanma sınırı, Sayın Bakanın ve Cumhurbaşkanı’nın artırma yetkileri dahil 2,1 trilyon liraydı. Ama ilk 9 ayda net borçlanma 2 trilyon 267 milyar TL’ye ulaştı. Torba yasayla limiti artırma teklifi getirdiniz. Ama daha henüz yasalaşmadan siz Meclisimizin verdiği limiti aşmış oldunuz. Soruyorum Hazine’nin nakit açığı 1,6 trilyon lirayken neden yüksek faizle 2,3 trilyon lira borçlanarak kasada 650 milyar TL tutmak istiyorsunuz? Yoksa enflasyon ve faizi gelecek yılda düşüremeyeceğinizi mi düşünüyorsunuz? Ya da borçlanmada önümüzdeki dönemde bizim bilmediğimiz sıkıntı yaratacak bir gelişme mi bekliyorsunuz?

YA NE YAPTIĞINIZI BİLMİYORSUNUZ YA DA BASKI ALTINDASINIZ

Bu arada, yastık altı altınları sisteme sokacağız diyerek yaptığınız o günkü değeri 15 milyar dolar olan 180 tondan fazla altın cinsinden borcun karşılığı, altın fiyatlarındaki artış nedeniyle yüzde 61 arttı; 24 milyar dolara çıktı. Bu nasıl bir basiretsizlik, bunun hesabını kim verecek? Hazine ile Maliye’nin birleştiği 2018 öncesinde borçlanma limiti sadece 2 kere aşılmıştı. 2018’den bu yana ise limit tam 5 kez aşılmış. Mali kuralın olmadığı ekonomilerde borçlanma limiti mali egemenliğin en önemli güvenlik hattını yani çapayı oluşturur. Borçlanma limitini hoyratça ezip geçebilen bir yönetim ya ne yaptığının farkında değildir ya da ağır baskı altında sağlıklı karar alma kabiliyetini yitirmiştir.

HAZİNE’DEN BAŞKA KURUMA BORÇLANMA YETKİSİ VERMENİN SONU YOK

Söz konusu torbayla Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na borçlanma yetkisi veriyorsunuz. Bunu daha önce Varlık Fonu’nda yaptınız. Hazine’den başka kurumlara borçlanma yetkisini bir kere verdiğinizde, bu işin nerede duracağını bilemezsiniz. Kamuda borçlanma disiplinini bitirirsiniz. Türkiye, borç yönetimindeki çapaların koparılmasının faturasını geçmişte ağır şekilde ödemiştir. Soruyorum, aynı derede kaç kez yıkanacaksınız? Aynı hataları daha kaç kere yapacaksınız?

MOTOR BOĞULDU, ŞANZIMAN DAĞILDI

Güven yok, mali disipline dair çapalar koparılıyor. Ortada kâğıt üzerinde de olsa derli toplu bir program da yok. Enflasyonla mücadeleden anlaşılan faiz lobileriyle birlikte sıcak para partileri verip milletin alın terini masaya sürmek. Atalar boşa söylememiş: “Benim oğlum bina okur. Döner döner yine okur.” Bu ülkede siyasetçilerin çok sevdiği yüksek faiz ve kontrollü kura vitesi takmışsınız. Araba bağırıyor, yolcular bağırıyor ama üst vitese bir türlü geçemiyorsunuz. Araba boğulup kaldı; şanzıman dağıldı. Bu terazi bu sıkleti ancak bir yere kadar taşır. Verimlilik şahlansa bile rekabet gücündeki bu kayıplar telafi edilemez. Edilseydi, üreticiden, sanayiciden, ihracatçıdan bu kadar feryat yükselmezdi.

EKONOMİDE PATLAMAYA HAZIR MOLOTOF KOKTEYLİ

Baskılanan kur, ihracatçıyı ve üreteni cezalandırırken, ithalatı cazip hale getiriyor. Yerli üretimi tasfiye ediyor. Buna bir de güven bunalımı eklenince, alın size her an patlamaya hazır bir molotof kokteyli. Getirdiğiniz bütçenin arkasında bu tehlikeli karışımın patlamasını engelleyecek tek bir önlem yok.

YÜKSEK FAİZ DEĞERLİ KUR CENDERESİ 2026’DA DA MİLLETİN BOĞAZINI SIKMAYA DEVAM EDECEK

Enflasyonun yüzde 16’ya, GSYH Deflatörünün yüzde 19,7’ye düşeceğinin varsayıldığı 2026’da, bütçe gelirlerinin yüzde 30, faiz dışı harcamaların yüzde 28 artacağı söyleniyor. Enflasyonun üzerinde gelir ve harcama artışlarıyla maliye politikası “dezenflasyon sürecini” nasıl destekleyecek? Görünen o ki enflasyonla mücadele, bir kere daha para politikasının eline bırakılacak. Yüksek faiz-değerli kur cenderesi, milletin boğazını sıkmaya devam edecek.

FAİZ YÜKÜ HIZLA ARTIYOR

Faiz yükü hızla artıyor. 2003-2022 döneminde hükümetleriniz her ay 2,2 milyar dolar, her yıl 26,6 milyar dolar faiz ödemiş. Yeni yönetimin işbaşında olduğu 2023-2025 döneminde; her ay ödenen faiz 3,4 milyar dolara her yıl ödenen faiz 44,2 milyar dolara sıçramış. Orta Vadeli Program’da 2024’te 17 lirası faiz harcamalarına giden her 100 liralık verginin, 2025’te 19 lirasının ve 2026’da yaklaşık 20 lirasının faize gideceğini yazmışsınız. Önümüzdeki yıl faiz lobilerine 2,7 trilyon lira ödenecek. Önümüzdeki 3 yılda da “bir kuruş harcamadan yaptık” dediğiniz, geçilmeyen yolların ve köprülerin, yatılmayan hastanelerin garantilerine toplam 821 milyar lira ödenecek.

MİLLETTEN ALIP LOBİLERE VE YANDAŞLARA VERİYORSUNUZ

Her zaman söylüyoruz: “Bütçe bir tercih meselesidir.” Bu yıl ve önümüzdeki yıl vergi yükünde çok önemli artışlar öngörüyorsunuz. Ama aldığınız paranın önemli bir kısmını faiz lobilerine, yandaş müteahhitlere ayırıyorsunuz. Bu durumda, millete vermeniz gereken hizmeti ve desteği veremiyorsunuz. Vatandaşın en çok ihtiyaç duyduğu hizmetlere ayrılan paylar azalıyor. TÜİK verilerine göre sağlık hizmetlerinden memnuniyet son dört yılda 9 puan azalıyor. Eğitim hizmetlerinden memnuniyet ise son iki yılda 6 puan geriliyor. Ama vergi gelirine oran olarak baktığımızda, her 100 liralık vergi gelirine karşılık yapılan sağlık harcaması 2024’te 25 lira iken 2026’da 24 liraya, her 100 liralık vergi gelirine karşılık yapılan sosyal koruma harcaması 2024’te 48 lira iken 2026’da 46 liraya, her 100 liralık vergi gelirine karşılık yapılan eğitim harcaması 2024’te 21 lira iken 2026’da 19 liraya düşüyor.

ÇOCUKLAR AÇLIKTAN BAYILIYOR, BİR NESLİ KAYBEDİYORUZ

Bu sektörlere 2026’da yapılacak yatırımların durumu ise daha da vahim. Eğitimin yatırımlar içindeki payını yüzde 13,5’ten yüzde 10,4’e; sağlığın payını da yüzde 8,1’den yüzde 6,9’a düşürüyorsunuz. Oysa okullarda çocuklar açlıktan bayılıyor. Lise çağındaki her beş öğrenciden biri, “haftada en az bir gün param olmadığı için yemek yiyemiyorum” diyor. Yeterince beslenemeyen çocukların boyu kısa kalıyor. Öğrenme kapasiteleri düşüyor. En önemli stratejik varlığımız olan beşeri sermayemiz, telafisi mümkün olmayan şekilde eriyor. Bir nesli kaybediyoruz. En stratejik varlığımız olan genç nüfusumuzun dünya ile rekabet gücünü artıracak olmazsa olmaz harcamaları yeterince artırmıyorsunuz. İnsana yatırım yapmayan bir bütçenin, hiçbir rakamı kalkınmayı ifade etmez.

HER BİR ÇİFTÇİ AİLESİNE 52 BİN DOLAR BORÇ TAKTINIZ

Bütçede ihmal edilen bir diğer kesim de çiftçilerimiz. İklim değişikliğinin neden olduğu kuraklık, yetersiz üretim ve artan gıda enflasyonuyla boğuşan bir ülkede yaşıyoruz. Buna rağmen kanunun emrettiği destek çiftçiye verilmiyor. Programa göre, ödenecek tarımsal destek: 2025’te kanunun emrettiğinin yalnızca dörtte biri, 2026’da ise beşte biri olacak. İktidarınız, 2007’den bu yana çiftçiye 118 milyar dolarlık tarımsal desteği ödemedi. Ülkeyi, kendi çiftçisine borç takan bir hükümet yönetiyor. Son yirmi yılda her bir çiftçi ailesine 52 bin 281 dolar borç taktınız. Kanunun emrettiği destekleri alamayan çiftçi borca battı. Son bir yılda; çiftçilerin ödenemediği için takibe düşen tarım kredisi borçları üçe katlanarak 10 milyar liraya dayandı geçti. Buna rağmen çiftçiye verdiğiniz faiz desteklerini düşüren bir kararı cumhurbaşkanına imzalattınız, sonra da tepki gelince yeniden artırdınız. Siz mi yaptığınız düzenlemenin farkında değilsiniz? Cumhurbaşkanı mı attığı imzanın farkında değil? Çok açık söylüyorum: Çiftçinin alın teri kurumadan, hakkını vermek devletin görevidir. Üretene sırtını dönen bir iktidar, ülkesine sırtını döner. Bu yaklaşımınızla çiftçi tarlasına dönmez, gıda enflasyonu düşmez.

DEVLET CİDDİYETİYLE BAĞDAŞMAZ

Yıllık programın 59. sayfasında: “2025 yılı sonunda genel bütçe vergi gelirlerinin, bütçe tahmininin altında gerçekleşmesi beklenmektedir” yazıyor. Sayın Cevdet Yılmaz da, “Etki değerlendirmesini istedik ama gelmedi. Sonuçta oturup biz hesaplayacak değiliz, uzman arkadaşlardan istiyoruz. Uzmanlarımız keşke daha iyi öngörselerdi” diyerek, 23 yıllık iktidarın vergi hesaplamaktaki beceriksizliğini bürokrasiye ihale ediyor. Bu bürokratları oraya kim atadı? Siz. dolayısıyla sorumlu da sizsiniz. Buna uzman hatası deyip geçmek devlet ciddiyeti ile bağdaşmaz.

ORTA DİREĞİ ÇÖKERTTİNİZ

Vergiler adil ve ölçülü değilse toplanan verginin doğru yerde kullanıldığına dair saydamlık ve hesap verebilirlik yoksa, mükellef vergi ödemekte gönülsüz olur. Üyesi olduğumuz OECD içinde, gelir dağılımının en adaletsiz olduğu üç ülkeden biri olduk. Son dört yılda, yaptığınız servet transferleriyle, size oy vermediğini düşündüğünüz orta direği çökerttiniz. Toplumu zenginler ve yoksullar olarak ikiye böldünüz. Tek kişilik rejimden önce ülkede sosyal yardım alan hane sayısı 3,2 milyon idi 2024 itibariyle yüzde 43 artışla 4,6 milyona çıktı. Orta direğin çökmesi, yalnızca ekonomik değil; siyasal ve toplumsal istikrar açısından da ciddi risk taşır.

MİLLET BUNU ÖDEYEMEZ

Bu adaletsizliği, gelir ve servet üzerinden alınan vergilerin payını artırarak bir nebze törpüleyebilirdiniz. Ama yapmadınız. Adaletsiz bir vergileme olan mal ve hizmetler üzerinden alınan vergilerin payı ülkemizde yüzde 65 seviyesinde. Oysa, 2025 AB yıllık Vergilendirme Raporu’na göre bu oran AB’de yüzde 33 düzeyinde. 2026 bütçesinde vergi yükünün 2026’da 0,5 puan artırılması öngörülmüş. 2025’deki yüzde 1’e yakın artıştan sonra bu performans zor. Millet bunu ödeyemez.

TÜRKİYE’NİN TEKNİK KADROLARI VAR, İHTİYAÇ GÜVEN VEREN BİR SİYASİ KADRO

Türkiye’nin hukuk devletini yeniden tahkim eden; üretimi ve verimliliği destekleyen; dijitalleşme, yapay zekâ ve yeşil ekonominin sunduğu fırsatları yakalayan; yoksulluğu bu topraklardan silen; kimseyi geride bırakmayan; çevre ve mali açıdan sürdürülebilirliği dikkate alan; maliyet ve sonuçları belli aralıklarla test edilebilen bir programa ihtiyacı olduğu açıktır. Evet, Türkiye’nin yıllar süren yıpranmaya rağmen dört başı mamur bir programı hazırlayıp uygulayacak kalitede teknik kadroları da vardır. Temel sorunumuz bu programı yönetecek, güven veren bir siyasi kadronun işbaşında olmamasıdır. Gömleğin doğru iliklenmesi gereken ilk düğmesi budur. Daha fazla vakit kaybetmeden, demokratik yollarla, ülkeyi düze çıkaracak kadroları göreve getirmek birinci öncelik olmalıdır. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.